BIY AD

30 Haziran 2009 Salı

Avrupa Basketbol Şampiyonası'nın Ardından II


''Galatasaray'ın bunu nasıl başardığını hala anlayamıyorum! Onunla aynı takımda oynamaktan gurur duyuyorum.'' diyor Sophia Young, Augustus ile aynı takımda oynamanın nasıl bir duygu olduğu sorulduğunda. Bu cevapta çok şeyler gizli aslında, kulüpler bazında Avrupa'da gösterilen mücadelenin düzeyi bu sene kazanılan Eurocup ile bir seviye daha ilerlemiş durumda. Fenerbahçe'nin uzun süredir Euroleague'de gösterdiği mücadele de aynı şekilde ülke basketbolu adına oldukça önemli. Bu sene Euroleague'de üç takımla mücadele edeceğiz ve Avrupa'da bayan basketbolunda kazandığımız ilk kupanın ardından bu bizi bir adım daha öteye götürebilmesi açısından önemli bir yıl olacak.

Kulüplerde yaşanan bu olumlu gelişmeler, tabii ki milli takıma da yansıyor. Son on yıllık periyotta büyüme trendinde görüyoruz bayan basketbolumuzu. 2005 yılında ülkemizde yapılan Avrupa şampiyonasına ev sahibi olmamız sebebiyle direkt katıldık ve o günden bu yana gerçekleştirilen son üç şampiyonaya da katılma hakkı elde ettik. Gelişim trendimizin önemli göstergelerinden biri olarak dikkat çekiyor bu durum. Burada alınan dereceler kadar buralara katılmayı alışkanlık haline getirmek ve isimler değişse de bu konuda bir istikrar yakalamak önemli. Büyük takımları büyük yapan temel kıstaslardan biri bu kesinlikle.

Bu son turnuvaya gelirken teknik ekip tarafından açıklanan hedefimiz ilk beşin içine girebilmekti. Turnuva sırasında maç sonunda yapılan bir basın toplantısında, sakatlıklarla alakalı bir soruya ''Sakatlıklar da bu oyunun bir parçası..'' cevabını veren Nevlin bir bakıma teknik ekibin de düşüncelerini yansıtıyordu. Hiçbir zaman sakatlıkları bahane etmeksizin, karakterli bir duruş göstererek, elindeki malzemeyi en iyi şekilde kullanmayı amaçladı Ceyhun Yıldızoğlu. 9. tamamladığımız turnuva sonunda, her ne kadar hedefimizi gerçekleştirememiş olsak da benim nazarımda başarılı bir turnuva geçirdik.

Nevriye Yılmaz, Esmeral Tunçluer, Işıl Alben, Tuğba Taşçıoğlu, Nihan Anaz ve Esra Şencebe'nin kadroda yer almadığını düşündüğümüzde ortaya konan mücadele gerçekten alkışı hakediyor. Bu önemli isimlerin sakatlıkları sonrası yaş ortalamamız 24.6'a kadar düştü ki, 24.3 ortalamaya sahip Sırbistan'ın ardından turnuvanın en genç ikinci takımı idik. Yıldızoğlu'nun genç oyunculara bolca süreler verip, onların gelişimine büyük katkılar sağlayan ve buradan kimsenin alamadığı verimi almayı başaran bir oyun felsefesi olduğunu biliyoruz fakat burada durum mecburiyete döndü biraz. Bütün bu olumsuzluklara karşın ilk beş hedefini oyuncularımıza iyi benimsetilmiş olmalı ki, turnuva öncesi basın toplantılarından birinde, '' Hedefimiz ilk beş ama madalya için mücadele edeceğiz.'' diyordu Tuğba Palazoğlu.

Elemelerde ortaya koyulan takım kimliğimiz sert savunma ve tempolu takım hücumundan oluşuyordu. Bu oyun anlayışı bizi, bu turnuvanın şampiyonu olan Fransa ile birlikte grupların en iyi derecesine ortak etti buraya gelirken. Savunmayı takım halinde iyi düzeyde gerçekleştirirken tempo kısmında ise Işıl Alben'e ve onun oyuna olan hakimiyetine güveniyorduk. Aynı şekilde pota altında Nevriye Yılmaz gibi dominant bir uzunumuzun olması da bize hücum sahasında avantaj sağlıyordu. Bunun yanı sıra Tuğba Taşçı'nın da oyunu hızlandırma konusunda becerikli olduğunu biliyoruz. Ve bir anda bütün bu isimleri sakatlığa kurban verdik Letonya'ya gelirken..

Turnuvadaki ilk maçımızı Rusya ile oynarken, maçtan önce oyuncularımızın söylediği gibi bu kadar eksik durumda iken Rusya maçı bizim hedef maçlarımızdan biri değildi kesinlikle. Çünkü hücumdaki temel ayaklarımızdan Nevriye yoktu ve onun yokluğunda Rusya'nın uzunlarına başka bir isimle cevap verebilmemiz mümkün değildi. 22 top kaybı yapıp, içeriye her girdiğimizde blok yediğimiz-total 10 blok- rakibimize karşı savunma sahasında da direnç gösteremeyince, sistemimiz çökmüş oldu Ruslar karşısında henüz ilk çeyrekte yediğimiz 29 sayı ile birlikte.

İsimler değişse de günümüz modern basketbolunu uygulamaya çalıştığımız bu sisteme devam ettik turnuva genelinde. İkinci günde Litvanya ile karşılaşırken Rus mağlubiyetinin etkisini üzerimizden çabuk atmış gözükmemizin yanı sıra önemli olan nokta kendi doğrularımızı yaptığımızda kazandığımızı görmemizdi. Rotasyonda yer alan 12 oyuncumuzdan da katkı alarak, ön alanda baskımızı yaparak ve Birsel önderliğinde derli toplu yaptığımız hücumlarda, topu Nevlin'e indirerek oldukça iyi bir 40 dakika oynadık. Son anlarda krize girmemize rağmen Nevlin'in blokları sayesinde maçı kazanmayı başardık.

Sakat oyuncularımızı sayarken, bu isimlerin bazılarının takıma liderlik yapabilecek düzeyde isimler olduğunu biliyoruz. Bu açıdan turnuva genelinde liderlik problemi yaşadık zaman zaman ve maç içinde krizlere şahit olduk. Şaziye İvegin, Yasemin Horasan gibi tecrübeli oyuncular bunu bertaraf etmeye çalışsalar da çok da başarılı olamadıklarını söylemek lazım.

Savunma odaklı ve hücumda takım oyununa dayanan bu sistemimizde yıldız oyunculardan ziyade her maç rakibe ve onun özelliklerine göre farklı oyuncularımızın öne çıkması hedefleniyor. Sırbistan maçında bunun bir örneğini yaşadık, Şaziye'yi dışardan savunmakta zorlandılar maç genelinde ve o da dışardan 6/8 gibi çok yüzdeli şekilde hücum edince kazanmak pek de zor olmadı bizim için. Gruplardaki ilk üç maç sonunda kazanmamız gereken iki maçı kazanarak gruptan çıkmayı başardık. Bu maçlarda turnuvanın en çok asist yapan takımı olmamız dikkatleri çekti şüphesiz, bunu sağlayan asist kraliçemiz Birsel Vardarlı'yı da es geçmememiz lazım bu noktada. Yani hücumda buraya gelmemizi sağlayan tempoyu yapamasak da dengeli ve akıllı hücum ettik üç maçta. Oyunu hızlandırmaya çalıştığımız anlarda ise haddinden fazla top kaybı yapmamız sakat oyuncularımızı bir kez daha anmamızı sağladı ne yazık ki, özellikle Işıl'ı.

İkinci gruplarda ilk maçımızı İtalya ile oynarken, hedef maçlarımızdan biri de bu maç diye yazmıştım maç öncesinde. İtalya maçına gelirken turnuvanın en fazla asist yapan takımı olmamızın yanı sıra bir diğer dikkat çekici istatistiğimiz de rakiplere verdiğimiz ikinci şans sayıları idi. İtalya'yı karşımıza getiren ise %43.1'lik dış şut yüzdeleri ile bu alanda turnuva birincisi olmaları idi. Maç sonunda istatistik kağıdında 17 denemede yalnızca 1 üçlük isabeti bulmuş gözüküyordu İtalya ve bu şekilde maç kazanmaları pek de mümkün gözükmüyordu açıkçası.

Buraya kadar hep kazandığımız maçlardan bahsettim, bu noktadan sonra kaybettiğimiz iki maç ve turnuvaya veda ediş sürecimiz başlıyor. Fransa maçına daha sonra değineceğim, o nedenle atlıyorum onu. Belarus takımı şuta dayalı bir oyun anlayışına sahip ve genlerinden gelen tipik özellikleri ile oldukça uzunlar. Tempolu bir oyunu tercih ediyorlar ve hemen hemen takımın tamamı dış şut özelliğine sahip, böyle bir takımı savunmak da oldukça zor. Gününde olduğunda herkesden maç alabilecek bir takım kimliğindeler, bize karşı da çok yüzdeli oynadılar özellikle ilk yarıda neredeyse şut kaçırmadılar. Buna bir de yorgunluk eklenince, son saniyelerde yenen moral bozucu üçlükler sonrası geri dönmek kolay olmadı ve turnuvaya dokuzuncu olarak veda ettik.

Turnuvaya gelirken bizimle birlikte grupların en iyi derecesini yapan Fransa finalde Rusya'yı yenerek şampiyon oldu. Buraya gelirken Fransa ile ortak paydamız yaptığımız sert savunma ve tempolu hücumdu. Savunma sahasında onların devşirme siyahi oyuncuları sayesinde daha sert olduklarını söylememiz gerekir tabii ama bizim de uygulamaya çalıştığımız ve elemelerde başarılı olduğumuz sistem buydu. Hatta bir adım daha öteye giderek, eğer sakatlıklardan bu kadar çekmeseydik bizi ilk beşe sokucak sistem de buydu diyebilirim. Çünkü günümüzün başarılı olacak sistemi bu, başka yerlerde aranmaya gerek yok. Ceyhun Yıldızoğlu da bunu gören bir teknik adam ve bu kadroyla dahi bunu uygulayabilmiş olması açıkçası beni çok mutlu ediyor ve ileriye daha umutlu bakmamı sağlıyor.

Fransa'yı başarıya götüren bu sistem öncelikle savunmada gösterilen dirençle başlıyor, turnuva boyunca rakiplerine 70'den fazla sayı izni vermediler, 70'i de yalnızca bir kere İsrail'den yediler. Bu sert savunma sonrası hücuma tempolu gelip sayı bulmaya çalışıyorlar, Gruda gibi pota altını etkin kullanan bir oyuncunun varlığı da set hücumlarında onların elini rahatlatan bir alternatif oluyor. Turnuvanın beşine seçilen Gruda ve Dimerc ise 1 ve 5 numaranın başarı için kilit faktör olduğunu bir kez daha ortaya koydu. İyi bir guardınız ve boyalı bölgeye hakim bir uzununuzun yanına savunma anlayışından gelen bir coach eklediğinizde yakaladığınız sertlik ile başarı da geliyor tabii ki.

İlk 5 hedefi ile çıktığımız bu yolda ilk sekize giremememize rağmen ortaya koyulan karakter, gösterilen mücadele azmi beni oldukça mutlu etti. Bizi başarıya götürücek olan sistem bu sistem ve bu kadar önemli eksiğimize rağmen bunu uygulamaya çalışmamız oldukça önemliydi. İleriye umutlu bakabilmemi sağlayan oyuncularımıza ve teknik ekibimize kendi adıma teşekkür ediyorum.

Hiç yorum yok: